20 Ocak 2015 Salı

Çi-Azra Kohen


Fi,kitabının devamı olan Çi'yi de hızlıca okudum-bitti.
Bir devam kitabı olduğundan karakterlerin hayatı kaldığı yerden işlenmiş .
Fi'de olduğu gibi yazar bu kitabın da sonunu tamamen üçüncü kitabı merak etmeye yönelik bir şekilde bitirmiş...İnsan kitabı beğenmese bile sırf ne oldu diye merak eder üçüncü kitabı.
Zaten kapakta da yazar "İyi bir hikaye asıl bittiğinde başlar."diyerek bunu gayet iyi belirtmiş.

Çi,Fi'den daha çok sosyal mesaj içerikli geldi bana.
Kahramanımız ünlü psikologun geçmişinde yaşadıklarına biraz değinse de hala ucu açık kaldı...
Bir psikologun yaşadığı ve sır gibi sakladığı kişilik bozukluğu ile hastalarını nasıl tedavi ettiği ilginç tabi..
Ayrıca tüm düzene karşı koymaya çalışan Darbe dergisinin sahibi Özge de hayli ilginç bir karakter. Çarkların nasıl döndüğünü,para gibi karşılığı olmayan bir nesnenin düzen içinde karşılık buldurulmaya çalışılmasını insan hayret ve de üzüntüyle okuyor..

Medyanın işleri nasılda çıkarına göre düzenlediği,kamuoyunu kendi çıkarları için manipüle etmelerini dehşetle okuyor insan.Bilmediğimiz şeyler değil tabi ki ama insan yine de öfkeleniyor okurken..

Bir sürü farklı karakter var kitaplarda.Bu nedenle  de birçok olaya,farklı kesimlerin hayatlarına değiniyor yazar.

Değişik,akıcı bir seri Fi-Çi.
Yakınlarda çıkacak olan Pi kitabını da merakla bekliyorum.
(Çok büyük beklenti içinde değilim,zira başlarken de bu seriye beklentimi az tutmuştum.)
Ancak karakterlere ne olduğunu görmek için okuyacağım tabi ki.

Ve ilk kitapta olduğu gibi altı çizilen bolca satır vardı...


Gidecek başka bir yeri olmayan, kimsesi olmayan biri hatıralarından başka nereye gidebilirdi ki?

Asıl doğum, karakterin kendini fark etmesiyle başlar, rahimden çıkmakla değil. 

Okuduğun her kitap toplamda sadece 26 harfin kombinasyonundan oluşuyor,aynı etrafında gördüğün her şeyin aynı atomların bir araya gelmesiyle oluşması gibi ama her şey birbirinden ne kadar farklı değil mi? Bizi oluşturan aynı atom ve okuduğumuz yüzlerce değişik kitabı oluşturan 26 harf... Temelde biriz ama aynı değiliz,çünkü deneyimlediklerimiz farklı. 

Bir annenin memesiyle çocuğunu beslemesi gibi din de ruhu besler. Yani din bebeğe süt veren meme gibidir. Önemlidir,değerlidir. Ama çıkarıp yüzüme yüzüme sallarsan olmaz! O zaman,memesini çıkarıp yüzüme sallayan anne kılığına bürünmüş bir sapıktan farkın kalmaz. Yavrusunu besleyen annenin memesinin kutsallığı neyse,nasıl mahremse,bunu konuşmak bile insanı nasıl rahatsız ediyorsa din de mahremdir,kişiyle Yaradan arasındadır. 

Olmamız gereken şeye dönüşebilmek için küçük küçük darbelere ihtiyacımız vardır. Maalesef darbeler acıtır,büyürken acırsınız. Ama ancak acıyarak kendimizi bulduğumuzu kimse söylemez bize,belki de korkacağımızı sanırlar. Halbuki ruhumuz acıdıkça kabuğumuz soyulur. 

Büyüdükçe artık bedenimizin değil,ruhumuzun acıdığı şeyler yaşamaya başlarız. 

Acı hisseden kişiden bir şey doğar. İntikam ya da anlayış. Seçim bizim. Kendine acıyanlar intikamı seçerler ve sonunda intikamını almaya çalıştıkları şeye dönüşürler. Haksızlığa uğradığı için intikam peşinde koşan biri haksızlığa uğratır. Anlamayı seçenlerse olgunlaşırlar. 

Bir şey neden değelidir? Sen ona değer verdiğin için. Sahip olduğun her şeyi değersizleştiren sensin. 

Zamana tabi yaşayan bir varlık nasıl özgür olduğunu düşünebilirdi. Her saniye bir hücremiz son nefesini veriyor,evrenin siyahlığına ait oluyordu. 

Düşmanını gerçekten ancak anlayan biri ancak kendiyle yüzleşir,nefret edemezdi. Nedenlerini anladığınız bir şeyden nefret edilemezdi. 


Fİ YORUMUM İÇİN--->>>TIK TIK


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...